Fallingwater House ya da Türkçesi ile Şelale Evi, modern mimarlık tarihinin en önemli yapılarından biridir. Benim de en sevdiğim mimari eserler listemde her zaman ilk sıralarda yer bulur. Şiir gibi desem çok mu kaçar bilmiyorum.
Ruhu dinlendiren bir şiir; kelimelerin, duyguların ve düşüncelerin ahengi ile cezbeder bizi. Fallingwater Evi de tam olarak böyle bir yapı, şiir gibi bir mimari. Kitap gibi bir eser. Frank Lloyd Wright’ın tasarladığı Fallingwater House mimarinin klasik eserlerinden biri. Hepimizin görmesi, bilmesi gereken bir ev.
Frank Lloyd Wright Şelale Evi’ni tasarlarken, organik mimari anlayışı için bir başyapıt üretmiş. Nedir organik olan? Doğa ile iç içe, ona zarar vermek yerine onu yücelten demektir. Günümüzde belki de en çok bunun hasreti içerisindeyiz. Yeşil, boş bir alan bulduk mu durur muyuz hemen bir bina dikeriz. Evet, yapılaşma gerekli. İnsanlar ilk çağlardan beri yerleşmeye çalışıyor şu koca dünyaya. Fakat, birşeyleri yanlış yapıyoruz sanırım.
Şelale Evi, doğayı yok etmek ya da onu ele geçirmek hedefiyle tasarlanmadı. Tam tersi Wright, insanın doğa ile bütünleşmesi gerektiğini savunuyordu. Pensilvanya’daki bu ev, içinden şelale geçen, ağaçlar ve yeşil örtü ile bezenmiş bir arazi üzerinde duruyor. Ev sahipleri dinlenmek, tatil yapmak için ünlü Amerikalı mimardan bir tasarım istemiş. İsteklerinden biri de evin şelale manzarasına hakim olmasıydı. Fakat bu her insanın aklına gelebilecek sıradan bir konsept fikriydi. Karşılarında ise sıradan bir mimar yoktu. Mimariyi doğa ve insan arasında bir köprü olarak gören biri vardı. Amerika tarihinin en önemli mimarlarından biri, Frank Lloyd Wright… Şelale Evi’nin mimarı hakkında daha detaylı bilgi edinmek için Frank Lloyd Wright konulu yazımızı okumanızı tavsiye ederim.

Mimar, Kaufmann ailesi için yeni bir öneri sunmuştu. Ev, Şelale’nin karşısında inşa edilmiycek, tam aksine şelalenin üzerine oturacaktı. Bu fikir, alışılagelmiş tasarım yaklaşımlarına ters olsa bile Wright, aileyi ikna etmeyi başarmıştı. Şelalenin sesi evin her yerinden duyulabilecekti böylece. 1936 yılında inşa edilmeye başlayan Şelale Evi, 2 yıl sonra doğanın çaldığı besteye eşlik etmeye başladı.
Şelale Evi Mimari Özellikleri
Yapı oldukça dinamik ve akışkan bir kimliğe sahip. Kütledeki dinamik duruş iç mekana ve plana da yansımış. Wright serbest plan kurgusu ile tasarlamış yapıyı. Planda Wright’ın belirlediği birtakım zonelar bulunsa da bu alanları keskin çizgilerle veya bölücü duvarlarla ayırmamış. Sadece belirli aktiviteler için küçük alanlar önermiş, müzik köşesi, yemek yeme mekanı gibi.

Yapının dinamizm kazanmasındaki en önemli unsurlardan biri de o dönem için çok cesurca olan konsollarıdır. Üst katta 3 adet teras bulunuyor. Yapıya şöyle karşıdan baktığımızda şelalenin sanki bu teraslar ile yukardan aşağı – sağdan sola doğru akıp gittiğini hissediyor insan.

Çevredeki doğal unsurlar yapı ile bütünleşik duruyor. Öyle ki Fallingwater Evi bazı noktalarda çevredeki iri kayalara dokunuyor. Kayalardan bazıları evin üzerine oturduğu temelin bir uzvu gibi dururken, bazı kayalar da yapıya cephelerden dokunuyor. Bu dokunma durumu Şelale Evi’nin tek parça kayadan oyularak tasarlandığı izlenimi veriyor. Tüm bu özellikler, bir yapının bağlam içinde tasarım konusu ele alınarak tasarlandığında ne kadar başarılı olabileceğini göstermektedir.
Evin oturma odasındaki merdivenlerinden bodrum katına inildiğinde nehir suyunun aktığı seviyeye iniliyor.

Fallingwater House 1963 yılında aile tarafından bir müzeye bağışlandı. Yaşamı boyunca bir çok değişim geçiren yapı, yaklaşık 11,5 milyon dolar maliyet ile bugünkü hale evrilmiş ve tıpkı Villa Savoye gibi modern mimarlığın kült mimari eserleri arasında yerini almıştır.